KEDERLİ
KRAL
Bir
varmış, bir yokmuş. Zaman zaman içinde, kalbur saman içinde. Deve tellal iken,
horoz imam iken, manda berber iken, annem kaşıkta, babam beşikte iken… Ben
babamın beşiğini tıngır mıngır sallar iken, babam düştü beşikten, alnını yardı eşikten…
Annem kaptı maşayı, babam kaptı küreği,
Gösterdiler bana kapı arkasındaki köşeyi…(Naki TEZEL’den)
Çok
çok eski zamanların birinde, uzak diyarlardaki bir krallıkta dertli mi dertli,
kederli mi kederli bir kral yaşarmış. Bu kralın dört kızı varmış. Hepsini ayrı
ayrı çok sever ve sayarmış. Lakin kral her geçen gün biraz daha yaşlanıp
hastalıkların pençesine düşüyormuş. İşte, tamda bu yüzden
yerine geçecek olan tahtın varisi olmadığından ötürü pek kederliymiş. Ne kadar
çok isteseler de kral ve kraliçenin hiç erkek çocuğu olmamış. Yeni veliaht
bulunmadığından ötürü kral öldükten sonra yerine kimin geçeceği çok büyük bir
merak konusuymuş.
Kralın
üç büyük kızı da farklı ülkelerin prensleri ile evliymiş. Kızlarını her ne
kadar çok sevse de üç damadını da pek sevmez ve güvenmezmiş. Hepsi birbirinden
acımasız ve korkak prenslermiş. İçlerinden biri tahta geçse bütün ülkeyi korku
ve kargaşanın kaplayacağını kral çok iyi biliyormuş. Kralın en küçük kızı
ablalarına göre daha nazik, sevecen ve saygılı bir kızmış. Güzelliği bütün
diyarların dilindeymiş. Birçok prens ve lord onunla evlenmek istese de
prensesin gönlü olmadığından babası onu kimse ile evlendirmiyormuş. Kral her
geçen gün biraz daha hastalanıyor ve korku içinde krallığının sonunu bekliyormuş.
Bir
gün en küçük prenses krallığa bağlı köylerden birine yardım götürmek için bir
kervan hazırlatmış. Vakit kaybetmemek için gece vakti kervana öncülük ederek
yola çıkmış. Ormanın derinliklerine geldiklerinde her yer bir anda zifiri
karanlık oluvermiş. Aniden büyük bir sis çokmuş ve göz gözü görmez olmuş.
Prenses her ne kadar içinde korku oluşsa da yardım etmesi gereken köyleri
düşünerek yoluna korku içinde devam etmiş. Az ileride bindiği atı dile gelmiş.
‘’Prensesim bu yolun devamında içinde bulunduğumuz ormanın koruyucusu çift
başlı kaplanın yuvası vardır. Buradan geçmek bizim sonumuz olur. Ne olursun
geri dönelim,’’diye yalvarmış. Prenses:’’ Hayır’’, demiş. ‘’Bu kervan ne yapıp
edip o köye ulaşacak!’’ Bunun üzerine orada bulunan ağaçlar, çiçekler de teker
teker dile gelip prensesi uyarmışlar. Ama ne çare? Kervan yola devam etmiş. Bir
anda en öndeki grup aniden durmuş. Herkes koruyucu kaplanın yuvasına
geldiklerini anlamış. Kaplan ortaya çıkınca kervandaki bütün askerler korkup
oradan kaçıvermişler. Sadece prenses tek başına kalmış. Kaplan prensese
yaklaşıp tam saldıracağı anda oradan geçmekte olan köyün genç delikanlısı
prensese saldırmak üzere olan kaplanı görünce kılıcını çekip kaplanın
başlarından birini oracıkta koparmış. Prensesin yanına gelerek yaralanıp
yaralanmadığını sormuş. İkisi de birbirlerini ilk gördükleri anda âşık
oluvermişler.
Kralın
kulağına giden bu olay üzerine ikisini de huzuruna çağırtmış. Birbirlerini
sevdiklerini öğrendiğinde kral başta çok hiddetlenmiş.’’ Nasıl olur da bir prenses
köylü bir gence âşık olur?’’ diye çok kızmış. Lakin delikanlının cesaretini,
korkusuzluğunu, zekâsını ve temiz yürekliliğini fark eden kralın çok geçmeden
delikanlıya kanı ısınmış. Onun tahtın yeni veliahdı olmaya uygun olduğuna emin
olan kral başta kızı delikanlıya âşık olduğu için evlenmelerine müsaade etmiş.
40 gün 40 gece bütün diyarların dilinde görkemli bir düğün yapmışlar. Kral
öldükten sonra tahta geçen yeni kral yani genç delikanlı kraliçesi ile birlikte
ülkeyi bir ömür mutluluk ve huzur içinde yönetmiş.
Yusuf
Sarısakaloğlu
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder