Deneme (13.09.2011)
"...ve kuşlarda gitti,
can kuşu çırpınır, telaşlı
bizimdir bu kervan,
durmak olmaz (g)ayrı "
(08/04/2018,01.21)
ÖMRÜN BASAMAKLARINI ADIMLAMAK
Merdiven
Ağır ağır çıkacaksın bu
merdivenlerden
Eteklerinde güneş rengi bir yığın yaprak
Ve bir zaman bakacaksın semâya ağlayarak
Sular sarardı yüzün perde perde solmakta
Kızıl havaları seyret ki akşam olmakta
Eğilmiş arza kanar muttasıl kanar güller
Durur alev gibi dallarda kanlı bülbüller
Sular mı yandı neden tunca benziyor mermer
Bu bir lisan-ı hâfîdir ki ruha dolmakta
Kızıl havaları seyret ki akşam olmakta
Eteklerinde güneş rengi bir yığın yaprak
Ve bir zaman bakacaksın semâya ağlayarak
Sular sarardı yüzün perde perde solmakta
Kızıl havaları seyret ki akşam olmakta
Eğilmiş arza kanar muttasıl kanar güller
Durur alev gibi dallarda kanlı bülbüller
Sular mı yandı neden tunca benziyor mermer
Bu bir lisan-ı hâfîdir ki ruha dolmakta
Kızıl havaları seyret ki akşam olmakta
Ahmet Hâşim
Âdemoğlunun
rüzgâr misâli, dünyaya misafir edilişini
ve bu dünyadan kapıya kadar uğurlanışını, bu kertede bedii temaşâ ettiren ve bu
nazariyâtını, iç dünyasının süzgecinden
eleyerek ve yeniden mânâlaştırarak sözcüklerle resmeden şairlere çok ender tesadüfte bulunulur. Merhum Hâşim de işte bu
ender isimlerdendir.Tabiatı mevcut
bulunduğu gibi seyreyleyen, benimseyen
ve ona müşahedesini, yorumunu katarak bize, nev’i güzelliklerini, bir ressamın
tuvale duygusunu işlediği estetik ebatta
sirayet ettiren ve onun gizemli müziğini
yakalamaya çalışan şairimizin şiirleri, zorlamaya yer vermeden, katıksız bir samimiyetle
beyaz kağıtlar üzerinde kendine yer bulmuştur. Şiirlerinin temelinde, insan ve
insan ruhunun elemine, acısına, hasretine dair her şeyi, tabiatın kızıllığında,
gecesinde, akşamında, karanlık sularında görmek, yaratıcısı tarafından karmaşık
bir programa tâbi tutulmuş bu eşref-i mahlûkâtı, bir nebze olsun soyut ve somut
mevcudiyetine istinâden anlamak
kâbilinden, şahsımız adına son derece
önemi haizdir.
İnsan; Tanrı
katında, teferruâtı bir kenara ötelersek, madden ve maneviyâten inşâ edilmiş, yekûn
nitelikleri henüz idrak edilememiş varlıktır. Zaman ise, bütün yaratılmışlar
gibi insan için vücut buldurulmuş soyut
bir döngüdür. Tabiat, bu soyut döngüde, âdemoğlunun hizmetine amâde kılınmış, her
nev’iden mahsulâtın var olduğu cennet bir görüntü olarak mevcût bulmuştur. Mutlak
Sevgili’nin bu hiçbir kenarı yek diğerinden uzun ya da hiçbir açısı yek
diğerinden farklı olmayan bu üçgen kompozisyonunun mükemmeliyetini, aynı hat da
olmasa bile onu hatırlatmaya muktedir bir yakın mertebede, birbiriyle bu derece uyumlu
oluşunu, dünyaya geliş amacını ve varlığının mevcudiyetini -yaşadığı
ve yaşattığı hadiselere bakıldığında- kavrayamamış ademoğlu için bu şairimiz, yakalamasını
bilmiştir.
İşte, bu
mevcûdiyetini idrâk edememiş ademoğlunun varlığına mücerret ve müşahhaslık
penceresinden şöyle kısaca bir bakalım. Mücerret ve müşahhaslık, kimi zaman
tanımı net olan kimi zaman ise içinden çıkılmaz bir hâl alan kavramlardır.
Somut olan ortadadır; onu, herkes görür, tanır, görüntüsüne göre çerçeveye
tasvir ederek kafasındaki duvara asar. Onun bir gizemi, sihri ve remzi yoktur. Onun
içindir ki elzem bir hal arz eden şekil tasavvuru hariç üzerinde pek söz
söylenmez. Oysaki soyut, öyle midir? Duyamazsınız, göremezsiniz sadece hissetme
imkanınız vardır; velhâsıl Tanrı tarafından size yüklenen, çevreyi tanıma ve
anlamlandırma organlarıyla onu biçimlendiremezsiniz. O, ismen mevcuttur; fakat
cismanî açıdan nedir, nerededir, nasıldır tam manasıyla bir türlü telakki
edilemeyen hayalden ibarettir. Bu vaziyet onun gizemiyle, sihriyle, onu
görebilen ve anlayabilen için remziyle bir kimliğe dönüşür.
Âdemoğluna, bu
bahiste, hayatın gayesini son raddesine kadar idrak etmiş, kendine yüklenen
maddî ve manevî nitelikleri, “eşref-i mahlukât” a yaraşır üslupta idâme edenler
nazarında, somutluk soyutluk bahsinde “bir” olarak kıymet biçilir. Ademoğlunun sadece “ var
olan, ortada olan ”cismine bakıp somuttur, demek pek kaâle alınacak tarafı
bulunmayan tefekkür yığınıdır zannımca. Çünkü o, yukarıdaki bahiste de üzerinde
kısmen durulduğu gibi zaman kavramıyla müşterek alındığında sadece onlar
basamağına isnat edilen bir ömür takviminden müteşekkil müşahhaslıktan kayıtsız
olup duygu, düşünce, hayâl, sevgi, inanç vd.leri gibi ruh yönü bakımından soyutluk
sınırlarına duhûl etmektedir. Bakınız çevrenize, dünyaya ve hatta elde
ettiğiniz her şeye, o cihetten en güzel misali temâşa edecek ve şu cümleyi göreceksiniz içinizdeki kara tahtada:
Bizden evvelkiler de çok farklı olmamak koşuluyla hemen hemen aynı yerde
gezdiler, aynı havayı teneffüs ettiler ve aynı şeyler için merdivenlerini
adımladılar. Yani devir nazariyesini yaşadılar. Devir, ademoğlunun her
periyotta yardımcı eylemle birleşik bir fiil teşkil edeceği isimdir ki bu
eylem, zaman mefhumu cihetinden nazar-ı
dikkatimizi celbettiğinde masalın döşeme
kısmındaki “bir varmış, bir yokmuş” tekerleme tümcesi bu babda en net anlatım
olacaktır. Zaten şair de en basit ifadesiyle,hayatın merdivenini
adımlatmakla,ten rengimizi parça parça soldurmakla bundan bahsetmiyor mu? O, yaşamın
gayesini, her ne kadar “Dizelerimde manadan çok musikînin önemi haizdir.” dese
de bazen gizil bazen de alenî zuhur ettirdiğine kâni olmaktayız. Öyleyse
insanoğlu, Yaratıcısı tarafından kendisine biçilen zaman dahilinde, mevcudiyetini,
mücerret ve müşahhaslık cihetinden idame ettirirken, şahsına bahşedilen her
nev’iden müspet kabül buyrulacak davranışları benimsemeli, benimsetmeli ve
yaşamın gayesini iyi idrak ederek varlığının sebebini, bu cihetten sorgulamalı
ve ona binaen yaşamını idame etmelidir. Tabi bu mânâya vâkıf, özünde sevgiyi
yakalamış şahsiyetlerin nazarında, içinde bulunduğumuz dünya, etrafı mezbele
ile çevrilmiş Erebus olmaktan çıkar, bizler
de paçalarımıza hiçbir toz parçası değdirmeden
ve bu Erebus’un -“Gece”misali- koynuna
bir “yumurta” bırakarak dipsiz
karanlığın duvarlarına görülmeyen resim olmaktan sıyrılmış oluruz.
Şenol KARSLI
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder